Mesele kötülükse, hangisinin daha kötü olup olmadığını kıyaslayacak değiliz. Ancak ikisi hakkında da söyleyeceklerimiz var.
1- Suriye en uzun sınır komşumuzdur. 911 km sınır uzunluğu ile en en komşu ülkedir. Ayrıca en son sınırımızın çizildiği ülkedir. Sınırlar etnik/inançsal yapı gözetilmeden cetvelle çizilmiş ve neredeyse bir asırdır köyler, aileler ayrılmış ve farklı iki ülkenin pasaportuna sahip olmuştur (bkz. Kemal Sunal Propaganda filmi). Suriye Hatay’ın Türkiye katılmasını uzun süre hazmedememiş ve kendi sınırları içinde göstermiştir. 1980lerde PKK’nın Bekaa vadisinde konuşlanmasına göz yummuştur.
2- Baas Partisi, 1947’de Arapları tek devlet altında birleştirmeyi hedefleyen, Arap milliyetçiliği ve sosyalizm temellerinde kurulu, emperyalizm ve siyonizm karşıtı, otoriter bir yönetim modeli benimseyen bir siyasi partidir. Arapça ( البعث) Ba’ad diriliş, yeniden doğuş anlamına gelir. Suriye’de bu partiyi kuranlar bütün Arapların bir devlette birleşmesi ve adeta bir rönesans yaşayarak eski ihtişamlı dönemlerine dönmesini hedefliyordu. Bu parti ve ortaya koyduğu ideoloji sadece Suriye’de değil, Irak, Libya, Ürdün, Lübnan’da etkili olmuş; Yemen’den, Cezayir’e kadar pek çok Arap devletinde Baas Partileri kurulmuştur.
Baas Partisinin/ideolojisinin Nusayrilik (Arap Aleviliği) ile bir ilgisi yoktur. Şeriatçı/dinci olmaması, seküler bir dünya ve belki sosyalizm düşüncesi Nusayriler ile Baas’ı ortaklaştırmış olabilir. Baas belli bir inanç temeli üzerine kurulmadığı için, kurucuları Sinni-Alevi-Hıristiyan olduğundan, öne çıkan düşünce Araplık, Arap ulusunun yeniden dirilişidir.
3- Hafız Esad 1970 yılında bir darbe ile iktidar olmuş, 1971’de yapılan halkoylaması ile devlet başkanı seçilmiştir.
Burada iki seçeneğimiz var, ya halkoylaması ile başa gelen herkesi demokratik yollardan iktidara gelmiş kabul edeceğiz ya da icabında adı halkoylaması olan her şeyin çok da demokratik olmayacağını fark edeceğiz.
Beşşar Esad’ın da 2021 seçimlerinde %95 oy aldığı unutulmamalıdır.
Ya seçimin varlığının demokrasi için tek başına yeterli olmadığını fark edeceğiz yahut Esad’ı %95 oyu sebebiyle tebrik edeceğiz. Biliyoruz ki, özellikle de devlet başkanlığına çok yüksek oyla seçilmek otoriter rejimlerin genel karakteri.
Bir devlet ne kadar otoriter, ne kadar totaliter olursa olsun seçimden vazgeçmiyor. Seçimleri her zaman yaptığı kötülükleri perdeleme/aklama aracı olarak kullanıyor.
4-1971’den bugüne Esad hanedanı (üçüncü Esad olmadığı için, sadece babadan oğula demek yeterli. Üçüncü kuşak yönetim gelseydi Kuzey Kore’deki gibi Kim Hanedanlığı diyebilirdik) 52-53 yıl iktidarda kaldı. Bu dönem elbette Baas ideolojisinin etkisinde bir otoriter rejim olarak sürdü.
Otoriter rejimin özelliği göstermelik seçimlerle dünya kamuoyuna demokratlık süsü vermektir. Ülkede kısmi bir muhalefet vardır ama Allah’ın hikmetidir ki, hep aynı parti kazanır. Bütün sistem bir kişinin devlet başkanı olmasına, bir partinin iktidarda kalmasına göre dizayn edilmiştir. Basının çok ufak, suya sabuna dokunmayan eleştirilerine, seçimlerde aday çıkarmasına vs müsaade vardır ama iktidar olmasına asla.
Bütün sistem tek kişinin kontrolündedir. Parlamento üyelerini o belirler, onun istediği kanunlar çıkabilir ancak, istemediği kanunlar çıkarılmaz. Bütün yargıçları o atar ve talimat verir. Yargının bağımsız olması ve insanlara hak dağıtması beklenemez.
Bu sistemlerin sürdürülmesi istihbarat ve cezaevlerinin iyi çalışmasına bağlıdır. İstihbarat ağı çok geniştir, özellikle rejime yönelecek tüm saldırılar, muhalif olacak her şey önceden haber alınır ve bastırılır. Yılanın başı küçükken ezilir. Haliyle istihbaratı tamamlayan cezaevleri, bir sindirme korkutma, bazıları için ömür çürütme yeridir. İstihbarat infaz edebildiklerini infaz eder. Kaybedebileceklerini kaybeder. Gerisi cezaevlerinde işkenceler ve kötü muamelelerle çürür. Bütün otoriter rejimler böyle işler.
Dolayısıyla yarım asrı geçen süre, yüzbinlerce işkence, kaybetme, yargısız infaz, sayılamayacak kadar hak ihlalinden söz edilebilir.
5- Otoriter rejimler özel hayata ve sosyal hayata karışmaz. Elbette kamusal hayatta baskıyı hissetmek mümkündür. Ancak kişilerin özeli sayılabilecek, giyim, kuşam, yeme, içme, eğlence vs kısma çok bakılmaz.
Esad döneminde hak ihlallerinin temel gerekçesi Baas rejimine karşıtlıktır. Baas bir inanç temelli olmadığı için “Sünniler katliama uğradı, Sünniler işkence gördü” yaklaşımı manipülasyondur. Suriye halkının büyük kısmı Sünni, Sünnilerin de önemli bir kısmı Esad/Baas karşıtı olduğu için işkence, yargısız infaza uğrayanların, cezaevinde ömür çürütenlerin Sünni olma ihtimali yüksektir. Bu durum onların Sünni oluşundan değil, rejim karşıtı oluşundadır.
Kaldı ki, Esad dönemlerinde başbakan ve bakanların neredeyse tamamı, ordu komutanları, önemli müdürlüklerin başında bulunanlar Sünni idi. Görev dağılımında ülkenin inançsal/etnik dağılımı dikkate alınır, Alevi, Hıristiyan ve Dürzilere yer verilirdi. Ancak bunların ortak özelliği Baasçı olmalarıdır.
Bu arada Türk kamuoyu Beşşar Esad’ın Alevi olduğunu AKP iktidarından öğrenmiştir. “Kardeşim Esad” döneminde ne Alevilik dile getirilmiş, ne de insanların aklının ucundan geçmiştir. Ne zamanki “Kardeşim Esad” yerini “Zalim Esed”e bırakmıştır, kamuoyu bu zalimin Alevi olduğunu akp medyası sayesinde öğrenmiştir.
6- 1982 doğumlu Golani birkaç hafta öncesine kadar dünyanın hemen hemen tüm ülkelerince terör örgütü kabul edilen Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm’ın lideridir. Geçmişi El Kaide, IŞİD ve El Nusra cephelerinde totaliter bir şeriat rejimi kurmak amacıyla geçmiştir. Geçmişte katliamlara katıldığı ve sivil halkın katledilmesine yönelik eylemlerde bulunduğu iddia edilmektedir.
8 Aralık 2024’ten bugüne dünyaya ılımlı, çoğulcu, kucaklayıcı mesajlar verse de Suriye’de teokratik ve totaliter bir rejim kurulacağına dair göstergeler daha yüksektir.
Yani inşa edilmek istenen rejim, sadece siyasal, kamusal hayatı şekillendirmeyecek, insanların özel hayatlarını da dizayn etmeye kalkacaktır. Bu doğrultuda, yaşam tarzı, giyim kuşamdan, yeme içmeye kadar pek çok şeye müdahale edileceğinin işaretleri vardır.
7- Golani’nin geçmişi bir inanç temeli (Sünni-Selefi İslam) üzerine kuruludur ve geleceği de bu inançlar üzerine inşa etmek istemektedir. Dolayısıyla insanların özel hayatlarına müdahale bu inanç temelinden yapılacak, her türlü hak ihlalinin gerekçesi rejim (dolayısıyla inanç) karşıtlığı olacak.
Başka bir şekilde ifade edersek, bugün Suriye’de egemen olanların başta Nusayriler olmak üzere, Dürzi, Şii ve Hıristiyanlara müdahaleleri inançları sebebiyle olacaktır.
8- Şimdi Esad ile Golani’yi karşılaştıralım:
a) Esad’ın 24 yıl önceki tek suçu diktatör bir babanın oğlu olmak idi. Ancak 2000 yılından sonra iktidara gelince, demokratikleşmeyi değil, otoriter rejimi devam ettirmeyi tercih etmiştir. Diktatörün oğlu olma suçundan azad olma seçeneğini, yeni bir diktatör olma olarak kullanmış, sayısız kaybetme, işkence, haksız tutuklama ve yaşam hakkı ihlalinin müsebbibi ve sorumlusu olmuştur.
Golani 8 Aralık 2024’e sabıkası kabarık gelmiştir ve izlediği tutum itibariyle yaşam hakkı ihlali ve işkence başta olmak üzere sabıkası kabarmaya devam etmektedir.
b) Ceza hukuku bakımından devlet başkanı olan Esad kamu görevlilerinin işlediği, bir örgütün lideri olarak Golani örgütün işlediği suçlardan azmettirici olarak sorumludur.
c) Her iki fail de Türk Ceza Kanununun 13. maddesine göre; soykırım, insanlığa karşı suçlar ve işkence suçundan dolayı TCK hükümlerine göre Türk mahkemelerinde yargılanabilir.
Şuan Esad’ı yargılayacak bir mahkeme yoktur. Şuan Suriye egemen bir devlet olmadığı için Golani’yi yargılayacak bir mahkeme de yoktur. Bu sebeple evrensel yargı ilkesi gereğince ikisinin de Türk mahkemelerinde suçlarından dolayı hesap vermesi mümkündür.
Ben her türlü yardıma hazırım.
9- Esad geçmiştir, Golani bugündür ve muhtemelen gelecektir.
Esad’ın suçlarına sünger çekelim demiyorum. Onu konuşmak acıları dindirmez, yargılamak ve cezalandırmak belki bir nebze insanların yüreğinde adalet hissi uyandırır.
Ancak Golani’nin her türlü kararı, eylemi bugün insanları ilgilendirmektedir ve geleceklerinde de etkili olacaktır. Bu sebeple Golani üzerinde konuşmak ve tartışmak gereklidir.
Golani’nin geçmişini yok sayamayız, kendisine “devrimci bir lider” gözüyle bakabilmemiz için önce iddia olunan katliamlarla ilgili sorumluluğunu kabul etmelidir. Bunun illaki mahkemede olması gerekmez, hakikat komisyonları da kurulabilir.
10- Suriye’nin geleceği sadece Suriye’nin geleceği değildir.
Öncelikle insan hakkı ihlallerinin durdurulması, bunun için bir süre Birleşmiş Milletler mandasının kurulması ve ülkenin gerçek bir seçimlere hazır hale getirilmesi gerekir.
İkincisi, bir diktatörden şikayet ederken, onun gidişini kutlarken, başka bir dikta rejimine müsaade etmemek gerekir.
Üçüncüsü, etnik/dinsel çatışmaların yeniden başlamamasına dikkat etmek gerekir. Eğer bir ülke yeniden inşa edilecekse, barış birinci koşuldur.
Bunun için kamuoyunun daha dikkatli olması gerekir.
Özellikle kullanılacak dil, çok çok önemlidir.