Nereye

İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen “Nereye” oyunu, göçmen kaçakçılığı meselesini kahkahalarla güldürecek kadar esprili ve zaman zaman gözlerden yaş boşaltacak kadar trajik anlatmayı başarmış, müthiş, müthiş ötesi bir dramadır.
Senarist Alp Tahmaz, farklı insan öykülerini bir kamyon kasasına sığdırmış, çeşitli zorluklar sebebiyle terki diyar etmek durumunda kalmış farklı dünya insanlarını aynı kaderde, simsarların elinde birleştirmiştir. İzleyiciye hikayenin gerçek bir tır dorsesinde geçtiğini inandıran reji, dekor, ışık ve müzik teknik altyapısının tümü harikaydı.

2011 yılında geçen olayda, ana sahne sandıklar arasına göçmenlerin gizlendiği bir tır dorsesidir. Hayaller/acılarsa kamyonun dışında gerçekleşir. Kamyonda yedi erkek, üç kadın ve bir bebek vardır. İran ve Irak sınırından kamyona binenlere İstanbul’dan iki umut yolcusu daha katılmış ve son durak İtalya olacak şekilde yola çıkmışlardır. Her biri simsarlara kişi başı 3 ila 5 bin dolar para kaptırmıştır.

İstanbul’dan katılan İsmail bir tekstil atölyesi sahibi iken küresel krizden etkilenerek varlığını kaybeder. Belki kurtarırım diye tefecilerin eline düşer ve aldığı parayı da kaybeder. Mafyadan kaçarken umudu İtalya’da tekstil işçisi olarak çalışmada bulurlar. İsmail’in çalışanı ve aynı zamanda kefili ve kaderdaşı genç Cemal de vardır. Cemal kendi markası Cemalucci’yi yaratacak ve filmlerde gördüğü toz pembe hayatı yaşayacaktır.
Kamyonda dindar “hacı” olan ve onlara “şükür” demeyi öğreten Hüseyin ise, genç yaşta törenin gazabına uğramıştır. Güneydoğuda terör ile devlet arasında sıkışıp, köyü terk ederek şehre gelmiş ve tutunamamış bir ailede, tecavüze uğramış ve hamile kalmış kız kardeşini öldürmekle görevlendirilir. Yufka yürekli Hüseyin ise, bunu yapamamış ve kız kardeşini İran’a götürmüş, ancak kendisini takip edenlerden ötürü umut kamyonuna sığınmıştır. Hayali Almanya’da bir dönercide çalışmaktır.
Iraklı Ahmad ve Zahra ise, savaşta en yakınlarını kaybetmiş, bir gece düşen bomba ile iki kız çocuğunu yitirmiş, oğlunun yaşaması için yollara düşmüş bir ailedir. Kamyondaki en tahsilli kişidir, arkeologdur esasen. Ancak savaş okumuş, okumamış ayırt etmez. İnsanlar durup dururken sıcak yatağını terk edip, ölüm kamyonuna binmez. Onun hayali de İngiltere’de bir kitapçı açmaktır. İki kızını kaybetmiştir ama oğlu Hüseyin’i gurbet ellerde de olsa, ikinci sınıf muamele de görse yaşatacaktır.

Oyunda hiç konuşmayan, dil diş bilmez iki kadın ve iki erkek vardır. Erkeklerden biri Afgan, muhtemelen bir erkek ve iki kadın Pakistanlıdır. Bir de bağlaması olan bir Türk genci katılmıştır ve oyuna sazıyla katılır.

– O kadar İtalyan işçiler varken, bizi niye çalıştırsınlar İsmail abi?
+ İtalyan’a vereceği paranın dörtte biri ücret verip, sabahtan akşama kadar çalıştıracak da ondan.
– Nasıl yani? Bir zamanlar senin Azeri ve Gürcü işçileri ucuza çalıştırdığın gibi mi?
+ Aynen. Biz onlara göre batıdayız, İtalya da bize göre batıda. Bu iş gücü gücü yetene…

İzleyenlerin göçmenlere, savaş mağdurlarına bakışını kesinlikle değiştirecek, kah güldüren, kah ağlatan bir oyun.
Oyuncuların her biri oyunculuk dersi verecek nitelikte oyuna hakimler.

Tiyatro izleyiciliğime yeni bir boyut kattı bu oyun.
İnsana en derinden dokunan bir oyun.