Bu seçim elbette son seçim değil. Bir terslik olmazsa bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimi ile parlamento seçimi yine Pazar gününe denk gelen 14 Mayıs 2028’de yapılacak. Bir terslik olmazsa diyorum, çünkü Türkiye gibi siyasetin İSTİKRARSIZ olduğu bir toplumda, bırakın 5 yılı 1 yıl sonrasını bile öngörmek mümkün değil.
Önce seçimleri 2028’den önce yapmayı gerektirecek halleri açıklayalım.
Cumhurbaşkanı seçilen kişinin görevdeyken ölümü, istifası veya başka bir sebeple bu makamın boşalması halinde 45 gün içinde yeni seçim yapılır. Anayasanın 116. maddesi hem TBMM’ye hem de Cumhurbaşkanına seçimlerin yenilenmesi yetkisi verir. TBMM bu kararı verirse 90, Cumhurbaşkanı bu kararı alırsa 60 gün içinde seçime gidilir.
Erken seçim olmazsa 2028’de elbette seçim olacaktır. Bu son seçim değildir. Bununla birlikte, keyfiyet, hukuksuzluk, adaletsizlik, ben yaptım oldu, kolluk bende kıllık bende. Hangi tabiri kullanırsanız kullanın, kasasına aşırı tonaj yüklenmiş ve freni olmayan bir kamyon için 14 Mayıs 2023 seçimleri bir KAÇIŞ RAMPASI.
Peki bu rampa kaçırılsa ve kamyon üzerindeki ağır yükle yokuş aşağı son sürat giderse ne olur? Freni patlamış kamyon kazaları görenler sonu biliyordur. Kamyon önüne geleni ezer, kasasındaki fazlalıklar etrafa saçılır, kamyon ya bir duvara toslayarak yahut devrilerek durur. Ama durana kadar etrafındaki ve kasasındaki her şeyi yıkarak ezerek gider.
Türkiye’de mevcut yönetimin devamı halinde Türkiye’nin Ortadoğu diktatörlüklerine benzer bir rejime sahip olması kaçınılmazdır. Bu bir evham değildir. Yapılan son adil seçimler olan 7 Haziran 2015’ten sonra Türkiye’de olan biten hiçbir şey normal değildir. Başka bir anlatımla son 8 sene, bize adım adım bunun ipuçlarını vermektedir.
7 Haziran’dan sonra bombaların patlaması, 600 insanımızı kaybetmemiz; üstüne 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü, ilan edilen olağanüstü hal, apar topar bir anayasa değişikliğine gidilerek 16 Nisan 2017 referandumuyla Cumhurbaşkanlığı otoriter sistemine geçiş arasında 2 seneden az bir süre var. Yeni sistemin uygulanmasına 1,5 sene varken, o süreyi bile yakıp alelacele 2018 seçimlerine gidildi. İstendi ki, mükemmel sistem hemen işletilsin.
Asla unutulmaması gereken YSK’nin 2017 referandumunda mühürsüz oyların sisteme sokulmasıdır. Bütün bunlara rağmen 2019 seçimlerinde muhalefet önemli bir başarı elde etti. Hemen YSK devreye sokuldu ve 6 Mayıs 2019’da İstanbul seçimleri hukuksuz bir biçimde iptal edildi. Bu kararın bir tek anlamı var: AKP ile YSK arasında kurulmuş bir vesayet ilişkisi.
Sadece 1 Kasım sonrası yaşanan hukuksuzluklar bile, katmerlenerek artan otoriterleşmenin, 2023 seçimlerinde mevcut iktidarın devamı halinde, şiddetle artarak devam edeceğine karinedir. Boş bir evhamın yahut karamsarlık senaryosunun sonucu değildir. 2007 Cumhuriyet mitingleri gibi işkillenerek “tehlikenin fakında mısın?” demiyorum. Bugüne kadar yaşadıklarımıza bakarak, yaşama ihtimalimizi olanı söylüyorum.
Anayasanın 101. maddesinde “bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” dendiği halde YSK 2017 Anayasa değişikliklerini bahane ederek, 2018’i mevcut cumhurbaşkanının 1. dönemi kabul etti. Bu şu demek, 2023 seçimlerinde mevcut cumhurbaşkanı seçildiğinde, 2028 seçimleri öncesinde TBMM kararıyla seçimlerin yenilenmesine karar verilirse, mevcut cumhurbaşkanı görev süresini tamamlamamış olduğundan o erken seçimlerde de 3. kez adaylığı mümkün ve onu da kazanırsa 2033’e kadar iktidarı sürdürebilir. Ya sonrası derseniz, sonrası Allah kerim.
Önümüzdeki beş yıl hemen hemen tüm yüksek yargı üyelerinin, Anayasa Mahkemesi üyelerinin iktidar eğilimli kişiler olması, böylelikle denetimin neredeyse sıfırlanması demek. Yargısal denetimin ortadan kalkması tamamen pervasız kararlar almak demek.
İktidara bağımlı hale getirilen adalet ve yargı sisteminin, 5 yıllık “güven tazelemiş” iktidarla daha çok tahkim edileceğine ne kuşku. Adalet duygusu örselenmiş bir toplumun huzur içinde yaşaması ne mümkün. Ayrıca cumhurbaşkanının acele kamulaştırma kararlarının bazılarının mülkiyet hakkını tehdit eder hale geldiğine dikkat çekmek gerekir. Bu sürdürülerek devam edecektir.
Varlık Fonu, bağış toplama veya başka yollarla Sayıştay denetiminin dışına çıkarılan kamu kaynakları yandaş medya ve STKlerin fonlanması ve yoksullaştırılan seçmenin konsolide edilmesi bakımından keyfiyetle kullanılabilecektir.
Örselenen adalet sisteminde, sanki bazı kişilere suç işleme özgürlüğü getirildiği gibi, bazı insanlar da suç olmayan fiillerden cezalandırılır hale geldi. Cezasızlık ikliminin genişlemesi, keyfi tutuklama ve cezalandırmanın artması için bir engel kalmayacaktır. Muhaliflere yönelik şiddet destekleniyor, iş kazaları cinayete dönüşüyor, kadın cinayetleri görmezden geliniyor.[1]
Kadınlar konusunda sinyaller İstanbul Sözleşmesinden çıkış ile başladı zaten. Cumhur İttifakına katılan ve TBMM’de olacak HUDAPAR ve YRP açıklamaları dikkate alındığında, fiilen kadının kamusal alandan çıkarılmasını beklemek şaşırtıcı olmayacaktır. Kadınlar “başörtü kazanımına dokunulacak mı?” diye düşünürken, kadını kamusal alandan dışlayan ve en önemli kariyeri annelik gören bir düzenin getirilemeyeceğini kim garanti edebilir? Ekonomi politikalarında, faizlerin düşürülmesinde referans edilen NASS’ın kadınların hayatlarını düzenlemede, hayat tarzına müdahalede genişletilmemesinin önünde engel nedir?
İçki ve sigaranın fahiş vergilerle fiilen yasaklanmasıyla başlayan hayat tarzına müdahale, festival ve konser yasaklarıyla ve gece müzik yayınının ve alkol satışının belli saatlerle sınırlandırılmasıyla devam etti. Bunların seçimlerle ne alakası var denebilir. Ancak hayat tarzının baskılanması ve buna zamanla uyum sağlanması, siyasal otoriterizmin tahakkümünün alt yapısını oluşturmaktadır. Sosyal hayatta baskılanan insanlar üzerinde siyasal tahakküm kurmak kolaylaşmaktadır. En önemlisi, doğru giderek tekleşmek ve iktidar elinde tekelleşmektedir.
Teklik düşüncesi bir süre sonra siyasal dile ve davranışlara da yansımaktadır. Tek Devlet – Tek Millet – Tek Vatan – Tek Bayrak sloganı boşunda değildir. Burada iki tane gizli tek, parti ve liderdir. Zaten bütün kamu binalarına girişinde cumhurbaşkanının büyük portresi asılıdır. Bir gün bu slogana “tek lider” eklenmesi beklenmedik bir şey olmayacaktır.
Basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü konusunda yaşananlar, yaşanabileceklerin karinesidir. RTÜK, BİK nasıl sopa gibi kullanılıyor, iktidar işine gelmediği bir anda sosyal medyada bandını daraltıyor. Sözde dezenformasyon yasasıyla, doğru sadece iktidarın bize sunduğu doğru haline geliyor.
Haliyle iktidar neyi yerli ve milli ilan ediyorsa, makbul olan onlar oluyor. “Muhalefetin de yerli ve millisini biz yapacağız” söz ne anlama geliyor olabilir? “Seçimle darbe yapacaklar!”, “14 Mayısta yarım bıraktığımız işi bitireceğiz” ilk etapta seçim sırasında olur öyle şeyler diye geçiştirilebilir. Ancak bir iktidar partisi bunu niçin söyler?
5 yılık güven tazeleme ve “kadiri mutlak” bir güç önündeki ufak pürüzlerin de kaldırılmasıyla siyasal partilerin tek tek sistemden dışlanması ve yerlerine muhalefet görünümlü partilerin tahkimi mümkün değil mi? HDP’ye dava açılmışsa ve miting meydanlarında CHP aleyhine montajlı videolar gösterilmişse, montajlı videolarla Anayasa Mahkemesine dava açmak mümkün olmaz mı? Kaldı ki, Kılıçdaroğlu hakkında sıklıkla “milli güvenlik sorunu” denilebiliyorsa, bu sadece evham sayılır mı? Azerbaycan örneğinde olduğu gibi, kukla muhalefetle seçimler artık göstermelik hale getirilemez mi?
AKP’nin demokrasiyi ve milli iradeyi takmadığının sayısız örneği var. Kayyım atamalarıyla ve görevden almalarla yerel seçimleri gereksiz ve etkisiz hale getirmiştir. Muhalif belediyeleri çalıştırmamak için hem yerelde belediye meclisleri hem de bakanlıklar harekete geçirilmiştir. İzlenen “topal ördek” yapma politikası adeta bir gurur vesilesidir. Yerel seçimlerde istenmeyen sonuçlar bugün bile bir bakan emriyle iktidar lehine düzeltilebiliyorsa, bir adım daha otoriterleşecek iktidarın yapacağı şey ancak göstermelik yerel seçimler olur.
Bugüne kadar “o kadar da olmaz” dediğimiz her şeyin tek tek ve şiddetini birden hissettirmeden olduğunu gördük. Tencereye atılıp yavaş yavaş suyu kaynatılan kurbağa misali. Soğukkanlı kurbağa suyun ısındığını fark etmez. Su kaynadığında fark eder ama geçmiş olsun, artık haşlanmış, ölü bir kurbağadır.[2]
ARTK MAYINCI EŞEKLERİNE İHTİYAÇ YOKI
Otoriterleşmede yol, önce mayıncı eşekleriyle küçük yoklamalar ve gedik açmalar, eğer tepki gelmezse, bu gediği büyük bir deliğe dönüştürüp kural haline getirmek. Bu bilinen en önemli taktik. Artık buna bile ihtiyaç kalmayabilir. Sanılmasın ki, bunlar şiddet yoluyla yapılır. Gerektiğinde şiddet de kullanılabilir. Ancak adım adım her şey kanunla yapılır, kanunu yapılamayan teamüle dönüştürülür, uygulamada halledilir. Hiç kimse “Efendiler yarın diktatörlüğü ilan ediyoruz!” demeyecektir. Yahut kimse bir şeriat yasası getirmeyecektir. “Efendiler yarın şeriatı getireceğiz!” demeyecektir.
Elbette böyle olmayacak bu iş. 5 yıl bütün bunların adım adım yapılabilmesi için son derece geniş bir zaman. 21 yıllık kesintisiz iktidar. Düşünün bu iktidar döneminde atanan kamu görevlilerinin neredeyse emekliliği geldi. Daha önce kamu görevlisi olanlar EYT imkanından da faydalanarak emekli oldu. Şu an az çok yargının işlediğini bilen ve “ya devran dönerse” diye hukuksuzluktan imtina eden kamu görevlilerini ne durdurabilir? Oysa kamu görevlileri bugün en büyük güvencemiz.[3]
Mevcut cumhurbaşkanı seçimleri kazansa bile muhalefet blokunun TBMM’de çoğunluğu sağlaması halinde bunların yapılamayacağı ileri sürülebilir. Sistemin aşırı güçlü bir yürütme için tasarlandığını ve diktatörlüğe evrilme eğilimini daha önce anlattık. Türk siyaseti eksiği tamamlama (hele 10-15 gibi telafisi güç olmayan bir durum olursa) hiç yapılmamış bir şey değil. Kimi menfaat, kimi tehdit ile.
Hatırlayalım AKP OHAL’i çok sevdi. 2 ay dediler 2 yıl sürdü, çoğu düzenlemeleri ve etkileri hala devam ediyor. Anayasa Mahkemesinin kısa sürede etkisizleştirebileceği de yukarıda anlatıldı. Hiç denetlenemeyen kararnameler ile iletişim kanallarının tıkanması hiç zor değil. Türkiye’de OHAL sürecinde kaç tane televizyon, radyo, sendika, dernek kapatıldığı tekrar araştırılabilir. El koyma yoluyla şirketlere kayyım atandığı unutuldu mu?
Yine de denebilir ki, Türkiye iki bin yıllık devlet geleneğine sahip ve bir Ortadoğu diktatörlüğüne dönüşemez. Bu toplum öyle bir toplum değil. Evet, şimdilik öyle. Düzensiz göçler yoluyla alınan milyonlarca sığınmacının bir sonraki seçime kadar peyderpey vatandaş yapıldığını düşünün. Sadece hukuki düzenlemeler veya de facto hukukun çiğnenmesiyle değil, aynı zamanda demografik olarak da toplumun bir Ortadoğu diktatörlüğüne hazır hale getirilmesi çok zor değil.
AKP’nin demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü vaat etmesi, etse bile uygulaması mümkün değildir. En güçlü olduğu dönemde bile serbest rekabette bulunmaktan acizdir, gerçek bir demokraside yarışma şansı olamaz. Hukuk devleti, adil düzen vaat edemez. Hukukun işlediği bir düzende rant ve yolsuzluk düzeni son bulacaktır. Bu zaten AKP’nin “kadiri mutlak” olma büyüsünü bozacaktır. Demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü, hak ve özgürlükler adına vaat edilen hiçbir şey yoktur. Anlamsız bir mülakat kaldırma vaadi dışında.[4]
Yine de korkmayın seçimler olacak. Bu sefer muhalif seçmenin paranoyaya kapılarak “bu muhalefet kesin AKP’ye çalışıyor” diye yerden yere vurduğu parti ve mevcut seçim sistemi ile değil, gerçekten “yerli ve milli” muhalefet partileri ile. Seçimde hile yaparak değil, zaten bütün zarların reyise çalıştığı bir sistemde, hilesiz, hurdasız…
Seçim yapılıyormuş gibi çek pampa! Reyis seçimi aldı gene, hem de %85 ile. Gelecek seçim %90’dan aşağı almaz. Hedef 2071, Allah başımızdan eksik etmesin…
Sonuç olarak sadece Cumhurbaşkanlığı seçimi değil, TBMM seçimleri de hep birlikte önem taşımaktadır.
14 Mayıs’ta ya cehennemin kapılarına koşacağız, ya kamyonu çıkış rampasına kırıp cehennemden kaçacağız.
NOTLAR
[1] https://twitter.com/dinlerveysel/status/1656242642038996993?s=20
[2] https://www.youtube.com/watch?v=CPhrpphP130
[3] https://twitter.com/dinlerveysel/status/1650731928000118784?s=20
[4] https://twitter.com/dinlerveysel/status/1650038269021700098?s=20