Hiç Kimsenin Öyküsü

Erzurum Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenen tek perdelik, iki oyunculu 70 dakika süren çok iyi bir oyun.

Yönetmenliğini Levent Aras’ın yaptığı, senaryosunu Baki Erdi Mamikoğlu’nun yazdığı oyun, bir vagonda geçiyor.

Savaş yeni bitmiş ve sulh imzalanmıştır, cephedeki askerler evlerine dönerler. Aynı ülkenin aynı şehrinden ve hatta aynı sokağın aynı binasında oturan iki asker aynı vagonda yolculuk yapacaktır.

İkisi de yorgun ve bitkindir.

İkisi de ülkesi (tarafı) adına savaşmış olmanın gururunu yaşamakta ve aynı zamanda içlerinde savaşın anlamsızlığının kuşkusunu taşımaktadır. İsimsiz iki askerden (askerler isimsiz olur çünkü) biri kırmızılar, diğeri beyazların tarafında savaşmıştır.

Nasıl olsa savaş bitti ve hayat normale dönmüştür. Artık yeni hayatın “normal”in tadını çıkarmak adına, hangi taraf için savaştıklarını sormazlar. İkisi de buna cesaret edemez.

Ancak sanrılar ve travmalar daha fazla suskunluğa müsaade etmez ve belki günlerce aynı vagonda yolculuk yapacak iki eski asker, bir zamanlar “düşman” olduklarını öğrenir.

İşte gerçek savaş şimdi başlar.

Savaşı siz çıkardınız, bizim suçumuz yok!

Siz katilsiniz, bizler sizlerin gadrinize uğrayan mağdurlarız!

Esasında her ikisi de normal hayat süren, bir aşk peşinde koşan bir pastacı, diğeri çocuk sahibi bir müzisyenken, başkalarının başlattığı ve kimin haklı olduğunun asla bilinemeyeceği bir kavganın figürleri oluverirler.

İki isimsiz askerin birbirine silahlar çektiği, hatta sahnede silahların patlayıp, kanların aktığı mükemmel reji ile sade ama yerinde ışık oyunları ve efektler arasında; “Dün seni öldürseydim kahraman olurdum, bugün öldürürsem bir suçlu!” Suçluluk ve kahramanlık bir fiil değildir, bu fiilin ne zaman ve nasıl yapıldığıyla ilgilidir mesajı çok etkileyici bir şekilde verildi izleyiciye.

“Barış kötü bir şeydir, çünkü hep bir savaştan sonra gelir!” sözü de barışın tılsımı hakkında düşünmeye iten bir söz.

Sevgilisinden bahsederken eski askerin, “Onu çok seviyorum ancak önemli olan onun kimi sevdiği” bir türlü cevaplanamayan “sevmek mi, sevilmek mi?” sorusuna biraz cevap oldu.

Yetmiş dakika boyunca Arif Atalay ve Ergenekon Cemil Başdoğan ustaca sergilediler oyunu.

Oyunu izlerken, bunun Amerikalı bir yazar tarafından yazıldığı izlenimine kapıldım. Kullanılan deyim ve şakalar itibariyle.

Öte yandan, oyun dünyanın her yerinde oynanabilir nitelikte, başka dillere çevrilebilmesi çok kolay, çok özel bir senaryo.

Bizim bu oyunu izlediğimiz saatlerde ise Rusya’da bir konser salonuna terör saldırısı düzenlendi. Dünyada üçüncü dünya savaşı çanları çalmaya başlamış.

Savaşın anlamsızlığı, sıradanlığın ve sadeliğin ferahlatıcı cazibesine kapılmışken. Rusya saldırısı isimsiz askerlerin kendilerinin mesul olmadığı kavganın dalaşını hatırlattı yeniden…

 

22 Mart 2024