Büyük resim görme sevdalısı milyonlar, birden başımıza uluslararası ilişkiler ve strateji uzmanı kesilen yüzbinlerin olduğu bir dünyada, ben küçük resim görme taraftarıyım.
“İsrail şöyle yapar, sıra İran’a gelir, Türkiye elindeki stratejik güçle bölgenin hakimi olacak, terör devletine izin vermeyeceğiz…” laflarını söyleyen onlarca kişi var. Pek çok insan neler oluyor, yine ne kurgulanıyor diye boş gözlerle bakarken, bir grup Suriye’de rejimin çökmesini sanki kendi eseri gibi görüp zafer çığlıklarını ihmal etmezken, az bir grup olayları endişe ile izliyor.
Ben küçük resim göreni olarak, endişe ile izliyorum.
Öncelikle şunu söylemek gerek, Ortadoğu tipi diktatörlüğün modasının çoktan geçtiğini anlamış bulunuyoruz. Saddam ve Kaddafi giderken, Mubarek yıkılırken, Bin Ali ülkesinden kaçarken bunu görmüştük. Suriye Baas rejimi bir süre daha dayanabildi, sonunda bu otoriter rejimin de devrilmesi çok büyük heyecan ve mutluluk verici.
Değişimin demokratik bir seçimle değil, kirli sakallı cihatçı terör örgütlerinin silahlı mücadele ile olması bir o kadar endişe verici.
Süreç bize bir kez daha öğretti ki, demokrasi seçimle işbaşına gelinen değil, iktidarın seçim yoluyla değiştiği bir rejim imiş.
Bir otokrattan kurtulmaya sevindiğim kadar, yerinin daha şedit totaliter/terörist/şeriatçılarca doldurulacak olmasına sevinecek değilim.
Cumhuriyet fikrinin de bu vesileyle yeniden sorgulanmasını ve iki de bir sorulan “yerine kim gelecek?” saçmalığına bir son verilmesi gerekir. Cumhuriyet, devlet başkanlığının bir aileye mahsus olmaması demektir. Esat ailesinin babadan oğula geçen sözde “cumhuriyet” sahtekarlığının, umut ederim kısa zamanda Kuzey Kore’de “Kim” hanedanlığının da son bularak, bir daha akıllara gelmemesi bize ders olmalıdır. Seçim yoluyla gelen devlet başkanlarının yerine oğul veya damat seçeneklerinin derhal elenmesi ve sözde cumhuriyet tehlikesinin en başından bertaraf edilmesi gerekir.
Bunlar yine genel görünüm, henüz fotoğrafın detayına geçemedik.
Küçük resmin en önemli ve belki de tek önemli yeri, işgalci/kurucuların kurulma süreci gerçekleşene kadar yapacakları insan hakları ihlalleri.
Otoritenin ve kanunların olmadığı ve bunun takip edilemediği kaotik bir ortam var. Haliyle sivil halkın can güvenliği başta olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerinin büyük bir tehlikede olduğunu görmek gerekir. Hükümeti kimler kuracaksa kursunlar, bu süreçte yaşanacak hak ihlallerinin ciddiyetle takip edilmesi ve dış aktörler kimlerse o ülkelerin garantisinde olması gerekir.
Hükümet kurulduktan sonra da başta yaşam hakkı, işkence görmeme hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği (haksız yakalanmama ve tutuklanmama) hakkı, mülkiyet hakkı olmak üzere hakların acilen korumaya alınması gerekir.
Özellikle nüfusun olduğu yerde muhafaza edilmesi, kamu mallarının özel mülkiyete geçirilmemesi, özel mülke dokunulmaması, nüfus ve tapu kayıtlarında tahrifata gidilmemesi gerekir. Bu hususlar, kurulması planlanan barış süreci için çok önemli, eğer tabii ki amaç barış ise.
Yine tarihi ve kültürel eserlerin korunması, tabiat güzelliklerinin ve anıt yapılarının olduğu gibi muhafaza edilmesi, sadece Suriye halkına değil, dünyaya karşı bir sorumluluktur.
Kontrolü ele geçiren gücün kelle kesen, kurşuna dizen, tecavüz eden, kadınları köle pazarında satan IŞİD’in isim değiştirmiş hali HTŞ adlı örgüt olduğu düşünüldüğünde, kafadan sarığı çıkarmak, sakalı kısaltmak ve takım elbise giymek bize IŞİD şeytanlarının yaptıklarını unutturamaz. Bu sebeple en önemli mesele insan hakları meselesidir. Bırakın mülkiyet hakkını, eğitimi, sağlığı yaşam hakkı ve insan onurunun tehlikede olduğunu unutmamak gerekir.
Kontrolü ele geçirenlerin, yaşanacak tüm insan hakları ihlallerinden sorumlu olacağını hatırlatmak gerekir.
Fotoğrafın diğer kısmında ise, kurulacak bir “ılımlı” İslam rejimi var. Kimse ben şedit bir diktatörlük kuracağım demez. Kim Jong-Un bile en demokratik ülkenin Kuzey Kore olduğunu iddia edebilir. Başlangıçta Taliban da ılımlık mesajı verdi. Gün be gün seküler yaşam tarzı yok edildi, kadınlar burkaya hapsedildi, yatak odası ve mutfak dışında özel/kamusal hayattan silindi. Bu vaatler hep ılımlı başlar, sonra şeriatçının şeriatçısı çıkar. Totaliterizm bir kere başladı mı, hep yükseğin yükseği vardır. Bir komünistten daha komünist, bir faşistten daha faşist ve bir dinciden daha dinci mutlaka vardır ve totaliter düzen yolunda her zaman en yüksektekinin dediği olur. Yani şeriat düzeni kurulacaksa “tek rakibim Taliban!” olur. Bu sadece “Sünni” nüfus dışında kalanlar için değil, sünni olup seküler hayatı benimsemiş insanlar için de tehdittir. Ne var ki, silahlı gücün dediği olur.
Yeni düzen kuracaklar şimdiden Suriye diasporasına çağrı yaparak, ülke dışındaki Suriyelileri kendi memleketlerine çağırmaya başladı. Gerçekten bir barış ortamının tesisi, kendi memleketine dönmek isteyecekleri de cesaretlendirecektir. Bu elbette çok önemli. Öncelikle şunu söyleyelim, bir insan koşulları daha kötü dahi olsa memleketini tercih eder. Öte yandan insanlar kurdukları düzeni bozmak, eriştikleri refahı bırakmak ve bir bilinmeze gitmek istemez.
Suriye ile komşuluğumuz bitmedi. Tam tersi, barındırdığımız milyonlarca Suriyeli ile gelecekte daha sıkı ilişkiler içinde olacağımız bir Suriye başlayacak. Türkiye düzensiz göçmen sorununu çözmek, en azından Suriye özelinde barışın tesis edildiği bir düzene sığınmacıları geri göndermek zorundadır. Artık hükümetin burada kaçabileceği bir alan da kalmayacaktır. İstediği geç de olsa olduğuna göre, 13 yıldır biriken sorunu da çözmek hükümetin öncelikli işlerinden biri olmak zorundadır.
Küçük resmi görelim biraz.
Bu kaotik ortamda kim nereye saldıracak, kim nereye çökecek diye beklemeyelim.
Yeniden tecavüz haberleri, köle pazarları duymayalım.
Büyük resme odaklanan milyonlar karşısında, insan hakları savunucuları işin hak ve özgürlükler boyutuna odaklanmalı.
Küçük resmi görmeliyiz.