Anayasa ve siyaset yazılarını, afili bir yazıyla başlatmak da mümkündü. 24 Temmuz gününün Türkiye açısından iki ayrı önemi var. Bunlardan birincisi Türkiye’nin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşması, diğeri ise Basın Bayramı. Bu yazıda “Lozan ile ilgili spekülasyonlar ve bunlarla ilgili nasıl daha sağlıklı düşünülebilir?” üzerinde durulacak; aynı zamanda demokrasilerde basın özgürlüğüne dikkat çekilecektir. Normal koşullarda bir koltuğa iki karpuz gibi gelebilecek bir durum. 24 Temmuz hatırına böyle olsun.
Basını öne eğme!
Basın Bayramı, Osmanlı anayasası Kanuni Esasinin 29 yıl askıda kalmasından sonra Temmuz 1908’de yeniden uygulanmaya başlaması, yani İkinci Meşrutiyet’in başlaması ve buna bağlı olarak gazeteler üzerindeki sansürün kaldırılmasına atfen 24 Temmuz günü kutlanmaktadır.
Demokrasi, yönetilenlerin, yani halkın yönetime etki edebilmesi, katkı sunabilmesi, gelecekleriyle ilgili karar verebilmeleri demektir. Bu anlamda geliştirilen en önemli mekanizma seçimlerdir. Sayıları on milyonları hatta yüz milyonları bulan yurttaşların kendileriyle ilgili bizzat karar verici olabilmeleri mümkün olamayacağından, modern dünya bunu temsili demokrasiyle çözmüştür. Ancak demokrasinin işlemesi için geliştirilen mekanizmalar (seçim, referandum, temsilcilerin azli, halkın kanun teklifi vs) günümüzde iyi bir demokrasinin yeter göstergeleri değildir. Bunlar mekanik işleyişe aittir ve demokrasinin asıl hakikati düşünmek ve düşündüğünü ifade etmekte saklıdır.
Demokrasi deyince, mekanik işleyişin üstüne bireyin kendi düşüncesini dış dünyaya gösterebileceği bir takım özgürlük alanının olması gerekir. Bunun başında düşünce ve inanç özgürlüğü gelir ki; birey kendine özgü bir düşünce ve inanç alanı geliştirebilsin. Bunun dış dünyaya aktarımına ise, ifade özgürlüğü denir. Sanılanın aksine ifade özgürlüğü sadece toplumun hoşuna giden, genel kabul gören düşüncelerin açıklanmasını değil; toplumu şoke eden, rahatsızlık verici sözlerin açıklanmasına da imkan tanır. Yoksa hoşa giden şeylerin ifadesinin çok önemi yoktur. Bunu herkes söyleyebilir, kaliteli demokrasi en ayrıksı fikre yer veren demokrasidir. Peki her isteyen her ağzına geleni söyleyebilir mi? Elbette söyleyemez. Demokratik toplumda ifade özgürlüğü sınırlı bir özgürlük, ancak sınırları son derece geniş bir özgürlüktür. İfade yoluyla işlenen suçlar –hakaret, tehdit, iftira, suç isnadı, yalan tanıklık, toplumda korku panik yaratma vb– ile kişilerin şiddete ve suça teşvik edilmesi demokratik bir toplumda ifade özgürlüğünün kapsamı içinde kabul görmez. Onun dışında, ayrıksı olması, genelin inancına ters düşmesi, genelin ahlak kurallarıyla bağdaşmaması ifade özgürlüğünün buz gibi kapsamı içindedir. Kimileri rahatsız oluyor diye, kimileri sözünü söylemekten imtina edecek değildir.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün bir sonraki aşaması bunun kolektif olabilmesidir. Kısaca örgütlenme özgürlüğü denir buna. Düşüncelerin bir araya gelip, birlikte ifade edilmesi, çeşitli kuruluşlar aracılığıyla görüşlerin savunulması. Bunun üzerine toplanma ve protesto hakkı da eklenir ki; demokrasi işte şimdi şekillenmeye başlar.
Şimdi gelelim basına. Basın bir demokraside sayısız işleve sahiptir. Öncelikle haber alma ve haber vermeyi gerçekleştirir. Bunu lütfen yabana atmayın. Uğradığınız bir kötülüğü başkalarına duyuramazsanız, bunun acısını bireysel olarak çekmek zorunda kalırsınız. Düşünün ki, gözünüzün nuru biricik çocuğunuz kayboldu, başkalarına haber verebilmek ne kadar önem taşıyor. Haksızlığa uğradığınızda bunlardan başkalarının haber alamayacağını düşünün, haksızlık sonsuza kadar devam eder. Haksızlık yapmayı düşünenler, işin gizli kalmasından cesaret alır. Sadece haksızlıkların ifşası dahi sayısız potansiyel haksızlığın önüne geçmektedir. Bu sebeple haber alma ve vermenin ne kadar önemli olduğu, bunun da kitlesel olarak basın yoluyla yapıldığı unutulmamalıdır.
Basın sayesinde bireysel mağduriyetler, kitlesel duyarlılığa dönüşür. Sesi çıkmayanın, sesini çıkaramayanın sesi olur basın. toplumsal hareketleri basın örgütler. Basının protestolara, bireysel ve toplumsal eylemlere ilgisi büyüktür. Basının işi üç maymunu oynamak veya penguen yapmak değil, görmektir.
Basının olan biteni açığa çıkarma ve halkı haberdar etme görevi, demokrasilerdeki denge-denetim mekanizmasının kitlesel bir kullanım biçimidir. Karar vericilerin kararlarını ve uygulamalarını halka ileten, haliyle bunların denetlenmesini sağlayan bir şeffaflık aracıdır. Kontrol aracıdır. Birçok gelişmiş demokraside politikacıların en çok çekindiği şey basının diline düşmektir. Basın irdeler. Basın yanlışa, talana, yolsuzluğa izin vermez. Basının doğru haber yapacağını ve halktan doğruları gizlemeyeceğini bilen politikacı, basının denetleyici rolünün çok iyi farkındadır.
Basının bu denetleyici gücünü o kadar önemli bulunmaktır ki; yasama-yürütme-yargı yanında basın (medya) dördüncü erk sayılmaktadır. Evet, hiçbir şeyin dozajının ayarlanamadığı yurdumda, bir zamanlar basın hükümetlere sopa gösteren, patronları çeşitli ihaleler peşinde koşan bir pozisyondaydı. Şimdi sopa el değiştirmiş, ancak basın-hükümet ilişkileri mevzubahis olduğunda ihale ve çıkar ilişkisi henüz ortadan kalkmamıştır.
Birgün basının gerçek değerini bulduğu, haddini bildiği, doğrulardan sapmadığı, gerçeklerin üzerine cesurca gittiği ve bunları hapis ile ödemediği bir demokrasi hayaliyle…